Mehter Müzik Aletleri Ve Özellikleri

MEHTER MÜZİK ALETLERİ VE ÖZELLİKLERİ

 

Çalıgıların Kaynağı Bu Adrestir

TÜRKLERİN TARİH BOYUNCA İÇ ASYADAN ANADOLUYA ANADOLUDAN ARAP YARIMADASINA , AFRİKAYA VE AVRUPAYA KADAR DEĞİŞİK COĞRAFYALARDA KULLANDIKLARI MEHTER MÜZİK ALETLERİ ŞUNLARDIR


1-NEFESLİ MÜZİK ALETLERİ:
ZURNA
BORU
KERRENAY

MEHTER DÜDÜĞÜ
KLARNET

2.VURMALI MÜZİK ALETLERİ :
KÖS
DAVUL
NAKKARE

ZURNA

Sipsili ağaçtan yapılan Türk borusudur. mehterin temel müzik aletidir.sesi canlı , heybetli ,duygulu ve kıvraktır. mehterde kaba zurna kullanılır.

Direk üflemeli çalgıların en yaygın ve hemen hemen en sevileni olan zuma ailesi, davul ile ayrılmaz bir bütün gibidir.

Eski Türklerin ”zuma” adlı bir çalgıyı kullandıkları bilinirdi. Türkçe’de kelime başlarında (Z) sesinin olmaması, zuma kelimesindeki (Z) harfinin bir yansıma olduğunu göstermektedir. Rus ve Kafkaslar da bu çalgıyı zuma diye tanımlarlar. Çinliler ”SU-NA” derler.

Dede Korkut hikayelerinde zurnacı ve nakkarecilerden sözedilmektedir. XIV. yy. Umur Beyin askerlerine karşı Ege’de yapılan bir savaşta, davul zuma ile karşı tarafın sinirlerinin bozulduğu ve savaşın kazanıldığı tarihi bir vesikadır. Halbuki Zuma kelimesi Türkçe olup, Farsça (dağan) ile nay (düdük, boru) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir.

Asım Efendinin Burhan-ı katı tercümesinde Zurnanın Farsça olduğu söylenmektedir. Oysa ”zur” kökü ile ”na” ekinden meydana gelmiştir. Zur kökü ses taklidinden başka bir şey değildir.

İslamiyet’ten önce zurnanın adı I.yy.da ”yurağ veya yerağ” idi. Zurnanın gür ve yüksek frekanslı sese sahip olması çalgımızın salon yerine saha çalgısı olma özelliğini getirmiştir. Başlangıçtan zamanımıza kadar en az değişikliğe uğramış çalgılarımızdandır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında saray nöbetlerinde ve savaşlarda bir çeşit ulusal bando olarak yer tutardı. Uzun yıllar davulla birlikte özellikle Türk köylüsünün müzik ihtiyacını karşılamıştır.

Bazı ”anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zuma az, zurnada peşrev olmaz” gibi Türk deyimleri, sazımızın devamını ve unutulmamasını sağlamıştır.

Zurnanın yapısı: Zurnanın yapımında kullanılan en makbul ağaç erik ağacıdır. Bunu yanında kiraz ve zerdali’den de yapılır.

Altı tane üst ve bir tane alt delikte toplam 7 delik bulunur. Ayrıca zurnanın ön ağız bölgesinde (cin veya şeytan) deliği denilen delikler bulunur. Bunlar 6 tane olup, üçerli veya karşılıklıdır.

Zurnanın Bölümleri

A. Lüle: Bu kısma lüle denildiği gibi, ”etem” veya ”metem” de denilir. Zurnanın nezik kısmının içine geçirilmiş ağaç veya madenden yapılma bir zıvanadır. Bu zıvananın gümüşten olanlarının ucuna yine gümüşten bir kordon takılır ve zurnanın boyuna halkalanır. Tıpkı bir nargile ağzına benzeyen etem, zuma çalanların çok önem verdiği aletlerden birisidir. Takılan gümüş kordon bu aletin kaybolmamasını sağlamak içindir.

B. Nezik: Zurnanın ağaç kısmına başka renkte bir ağaçtan yapılmış ve monte edilmiş kısmıdır. Bu zurnanın ağzına kuvvet vererek çatlamasına yardımcı olur. Gerek nezik gerek etem istenildiği zaman çıkarılabilir. Bu ayrı ayrı muhafazasını da sağlar. Bazı zurnalarda sabit de olabilir. Fakat bunlar makbul değildir.

C. Soluk deliği: Zurna’nın alt taraftaki neziğe en yakın deliğinin ismidir. Kara Ali ismindeki zurnacı soluk deliğini şöyle anlatır . ”…Efendim soluk deliği adamın burnuna benzer. Adam oğlu ekmek yerken su içerken burnu olmazsa nefes alamaz. Bazı havalarda burundan ses çıkarır gibi zurnayı öttürmek gerekir. O zaman bu deliğe sağ elin baş parmağı ile dokunarak sağır ses çıkarırlar… ” Buna bazı Abdallar ”metem” diyorlar.

D. Cin-Seytan delikleri: Zurnacılar zuma borusunun sağ ve sol tarafında açılmış ince deliklere cin veya şeytan deliği adını verirler. Bu deliklerin ne işi yaradığı bilinmemektedir. Kara Ali ismindeki zurnacı cin deliklerinin hava almak için olduğunu söyledi.

E. Zurna borusu: Zurnanın ses çıkaran geniş ağzına denir. Borunun kenarları ve üst kısmı ekseriya gümüştendir. Cura borularında iki, büyüklerde üç tane şeytan deliği bulunur.

F. Hava döndüren: Zurnanın deliklerine verilen isimdir. Yedi tane olan bu deliklere yukarıdan itibaren, dört tanesini sağ el, geri kalan üç tanesini sol el idare eder.

G. Avurtluk: Etem’e geçirilen değirmi bir alettir. Ağaç, kemik ve metalden yapıldığı olur. Bazen kenarları yontulur. En makbul avurtluk koyunun kürek kemiğinden yapılanıdır. Havanın dışarıya kaçmasını önlemede büyük etkendir. Boy ve seslerine göre dört çeşit zurna vardır.

1. Kaba Zurna
2. Orta Zurna
3. Cura Zurna
4. Zil Zurna.


BORU:
Boru, eski okunuşlarıyla borı, borguy, kurrenay ve Arapça’dan alınan nefir, hepsi aynı çalgıdır. Boru çalanlara, borizen veya nefiri denilirdi. Boruzen tabirine 1499 yılındaki bir kayıtta rastlanmaktadır.

Boru, Türkçe bir kelimedir. Boruyu Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan’ın icat ettiği rivayet olunmaktadır. Türklerin 12 nci yüzyılda kullandıkları boru ya “Nay-ı Turki” deniliyordu. Eskiden tunçdan yapılan boruların Osmanlılar devrinde pirinçten yapıldığı anlaşılıyor. Nay-ı Turki, Hata ve Huten Türklerinin kullandığı bir buçuk arşın uzunluğunda bir borudur. Düdük gibi delikleri vardır ve bir kattır. Başı deve boynu gibi eğridir, sesi gürdür. Osmanlı Mehterhanesinin çaldığı borular sarı pirinçten yapılıyordu. Bu borular yalnız Osmanlı Mehterhanesine özeidi. Kırım Hanlarının mehter takımlarında ise Efrasiyab borusu denilen başka çeşit bir boru kullanılıyordu. Adına kurrenay denilen bu boru, Acem ve Osmanlı Mehterhanelerinde çalındığı bilinen uzun ve gittikçe genişleyen madeni iri bir borudan ibarettL Farsça Ferhenklerdeki nefesli sazlarla ilgili bilgiler arasında şu açık notlar vardır. Türk ve Acem’e mahsus korrenay Efrasiyab icadıdır. (Efrasiyab Orta Asya’da yaşayan bir Türk Hakanıdır. Türkçe adı Alp Er Tonga’dır.) Şahney ve Nay-ı Turki diye anılan bu boru savaşlarda da çalınırdı.

17 nci yüzyılda istanbul Unkapanı’nda dükkanı olan üstat bir saz yapımcısı, sarı pirinçten şimdi bildiğimiz boruları yapmaktaydı. Bu borulardan olmak üzere istanbul’da 40 sazendenin boru çaldığı biliniyor. Osmanlı mehterhane borusu, resimlerde perdesiz olarak görünmektedir.

Delikleri yoktur. Ağızlıktan itibaren ince ve düz olarak uzanır, ileride bir boyun ile kıvrıldıktan sonra geriye düz olarak gelir, tekrar kıvrılır ve önceki kıvrımının hizasını geçtikten sonra ağız genişleyip açılarak boru son bulur . Boru çalınırken sağ el ile kavranması kafidir. Atlı mehterlerin boruzenleri, boş kalan sol elleri ile atın dizginlerini tutarlardı. Sesler dudak vaziyetleri ile çıkarılırdı. Boruda peşrev çalınamazdı. “Zurnada peşrev olmaz” sözünün doğrusunun “Boruda peşrev olmaz” şeklinde bir 17 nci yüzyıl deyişi olduğunu Evliya Çelebi’den öğreniyoruz. Peşrev çalamayan boruların semai ve başka havaları da çalamayacağı bellidir. Bu günkü perdesiz borulara bakarak eski boruların kırık uygular halinde boru sesleri çıkardığını düşünebiliriz.

Borular, mehterde kullanıldıklarından başka özellikle bir yönden başka bir yöne göç eden askerler içinde “göç borusu” vururlardı. Boru ile haber vermek Türklerde çok eskiden beri bulunmaktadır. iskender’in Türkistan’a yürümesi üzerine, Türk Hakanı Şu, Tuğ çaldırarak (askeri bando) göç etmişti. islamiyet’ten önce ve sonra göçebe-atlı Türk hayatında çok önemli yeri olan göçü Türklerin musiki ile haber verme yöntemini kullandıkları anlaşılmaktadır. Selçuklular zamanında da hükümdar bir yerden bir yere giderken borular çalınırdı. Sultan izzettin Keykavus, Sinop tarafına hareket ederken ” Filhal Sultan ayağını özengiye koyup bindi ve nefirler ve borular çalındı ” deniyordu. 1566’da Lala Hüseyin Paşa Anadolu askerini Belgrat’tan götürme emrini almış ve “borusun çaldırıp istanbul’a göçmüşlerdir” denilmektedir. 17 nci yüzyılda kara ordusunda ve donanmada bir yerden hareket edilirken borular “nefiri irtihaller ve “nefir-i rihletler” denilen göç havalarını çalıyorlardı. Osmanlı ve Kırım mehterhanelerinde göç sırasında yalnız boru çalındığı gibi, boru-kös birliği ile de göç havası vurulabiliyordu. Daha da geri gidilerek askeri mehterhane borularının çaldığı “göç borusu” geleneği, iskender çağında Asya’da (Balasagun) Türk Hakanı Şu’nun göç havası vurdurarak göç etmesine, Dede Korkut kitabındaki “boru urılıb” göçülmesine dayanır.

Osmanlı imparatorluğu zamanında askeri mehterhaneler yanında 1820’de yeni asker kıt’aları için ayrıca (Fransa’dan örnek alınan trampetlerle birlikte) tambur-majör denilen boru takımları teşkil edilmişti.

NISFİYE: Çeşitli boyda Neyler vardır.Her birinin ayrı bir ismi vardır. Pestten Tize doğru isimleri: Bolahenk, Davut Mabeyn, Davut, Şah, Mansur Mabeyn, Mansur, Kız Mabeyn, Kız, Yıldız, Müstahsen ,Süpürde, Bolahenk Mabeyn ve Bolahenk Nısfiyedir. Bu isimler aynı zamanda Türk Müziğindeki perdelerin ve tonların da adıdır.

Yedisinin tonu naturel sesler, beşinin tonu ara sesler olmak üzere toplam Oniki çeşit Ney vardır. Bu 12 çeşit neyin boyu yarı yarıya kısa olan ve bir oktav yukarıdan ses veren neylerin isimi de “Nısfiye Neyler” dir. Nısfiye Neyler tam bir oktav dikten yani bir oktav tiz olarak tınlar. Bolahenk, davut gibi çok uzun ve çalması çok zor olan neylerin, daha çok nısfiyeleri kullanılır.

KERRENAY:
Pirinç ve gümüşten yapılan uzun ve bas sesli bir borudur.

Doğu Türkistanda , İran Türklerinde , Kazak Türklerinde , Kırgız Türklerinde yaygın olarak kullanılmış osmanlı mehterine IV. Murat’ın revan seferi sırasında girmiş fakat uzun süre kullanılmamış bir müzik aletidir. orta asya Türk devletlerinde halen kullanılan bir müzik aletidir.

Günümüz mehterinde kullanılmamaktadır.

MEHTER DÜDÜĞÜ:
Şekli yapısı hakkında bir bilgi mevcut değildir.

İlhanlı devleti dönemi mehterine ait müzik aleti olduğu sanılmaktadır.

KLARNET:
1917 yılında enver paşa’nın kurdurduğu ordu mehter takımlarında kullanılmış fakat sesinin yüksekliğinin az olması sebebi ile mehterdeki ömrü çok kısa olmuştur.

Klarnet ,zurnanın çağdaşı ,melodiyi çalma yeteneği üstün bir müzik aletidir.

KÖS:

Bakır büyük bir kase ile üzerine gerilmiş deriden oluşan iki tahta tokmak ile çalınan müzik aletidir. Farklı büyüklüklerde yapılan kösler at kösü , deve kösü ve fil kösü olarak adlandırılır.

Savaşların en önemli müzik aletlerindendir. Osmanlı ordusunun mohaç ve çaldıran seferlerine 500 kös ile gittiği bilinmektedir.

DAVUL:
Davulun başka adları; köbürge, küvrüğ, tuğ, tavul, tabll(tabl) dır. Davul çalanlara davulcu, tablızen, tabbal gibi adlar verilir. Davul Türklerin kullandığı en eski müzik çalgısıdır. 8 nci yüzyılda köbürge, daha sonraları tuğ ve 11 nci yüzyıl’da küvrüğ adınıtaşıyordu.

Davul, silindir biçiminde olup tahta veya .madeni kasnağıı;ı iki yanına gerilmiş derilerin bağlanmasından meydana gelir. Omuza asılacak kaytanı ile vurulmasında kullanılan tokmak ve incedeğnekten ibarettir (Şekil 3-3). Mehterde ve halk arasında çalınan davullar,o bu şekilde tokmak ve değnekle çalınır. Hando ve boru-trampet takımlarında kullanılan davullar ise ,qeğneksiz olarak yalnız, ör:ı tarafına tokmakla vurularak çalınır. Davul, çok uzaklardan duyulabilecek bir ses gücüne sahiptir. Uzaktan çalarak gelen, bir takım.ın yaklaştıkça ilk duyulan çalgısı davuldur.o Davul, mehterhanelerde usulleri en iyi vurabilen bir çalgıdır. Ses kudretini iyi belirtmesinden dolayı insanın taşıdığı en güçlü çalgılardan biridir.

Davulun müzik icrasında kullanılmasınçlan başka haber vasıtası olarak çeşitli işlerde kullanıldığı zamanlar olmuştur . Yalnız başına ilan ve haber verme işlerinde, harpte dağılmış askeri biraraya toplamakta, ‘o bekar odalarında, hanlarda, şehirlerde akşam kapılar kapanırken”yangın haberinde; fetih haberinde, divan kurulduğunu haber verme işlerinde, askere safdüzeni almasını işaret etmekte ve kale muhasaralarında düşman lağımlarının yerini bulmakta kullanılmış-,olduğu bilinmektedir. Çeşitli işlerde kullanılan. davulun aldığı görevler; tabl-ı beşaret, tabl-ı asayiş, tabl-ı cenk veya saf, tabl-ı cenk-i harbi, tabl-ı derbend,tabl-ı ordugah nöbetleri, tabl-ı yangın haberleri ve tabl-ı lağım bulmadır. Davulun aldığı görevlerin açıklamaları aşağıdadır.

a. tabl-ı Beşaret: Bir kale fethedildiği zaman çalınan davula verilen addır. Fetihler, fetihleri olan hükümdarlar tarafından fetihname veya beşaretname denilen mektuplarla komşu hükümetlere ve yurt içindeki vilayetıere bildirilirdi. Fetih haberi alan vilayetlerde, kalelerde fetih şenlikleri yapılırdl. tabl-ı Beşaret denilen davul çalınması da bu sebeptendir. Mısır seferinde Tumanbay ele geçirildiği zaman Yavuz Sultan Selim’in huzuruna “tabl-ı Beşaret” gümbürtüleri ve top gürültüleri arasında törenle çıkarılmıştı.

b. tabl-ı Asayiş: Harpte gece bastırınca askerin dağılarak birbirlerinden ayrı düşmemesi için çalınan bir düzümdür. Asayiş davulu çalındıktan sonra çarpışmaya son verilir, herkes olduğu yerde kalır ve etrafa karakollar konularak sabah olması beklenirdi.

c. tabl-ı Cenk veya Saf: Savaşın başladığı anı tespit için çalınan davul tarafından yapılan bir düzümdür. Bazen kösün katılmasıyla da çalındığı olurdu. Saf düzümü çalındığında asker, bir nevi harp düzeni olan saf teşkil eder ve bu şekilde savaşa gidilirdi. Bundan dolayı 14 ncü yüzyıldan başlayarak harplerde saf teşkil edilerek davulların ve Köslerin saf usulü vurması devam etmiştir. 1402’de Ankara muharebesinde Sultan Yıldırım Beyazıd, Timur’a karşı harbe başlarken saf çalınıyordu. “Sultan Beyazıd sancakları çözdürdü, kösler çalındı, saf-ber-saf bağlandı”. Fatih Sultan Mehmet sefere giderken Kara Buğdan kazasında “Hey gaziler ne durursuz, gayret-i islam’dur, ve illa saf saf olup alaylar bağlansın” demiştir.

ç. tabl-ı Cenk-i Harbi: Biten savaştan sonra divan toplantısını haber vermek için çalınan davullara tabl-ı cenk-i harbi denir. 1596 da Varna’da baskıncı Kazaklar yenilgiye uğratıldıktan sonra cenk-i harbi davulları ile divan kurulmuştu: ” Bade Paşa’nın seraperdesi gelüp cümle ordu-yu islam tınap tınabe çataçet kurulup; cenk-i harbi tablıları döğülüp divan-ı padişah-i oldukta” ifadeleri kayıtlarda mevcuttur.

d. tabl-ı yangın haberleri: istanbul’da ağa kapısındaki yangın köşkünden görülen yangınlarda çalınan davullardır.

e. tabl-ı Ordugah: Ordugahı koruyan karakol erlerinin ve kalelerde nöbet bekleyen erlerin uyumaması için çalınan davullardır. Bu davullar çalarken Yektir Allah! diye bağırırlardl.Mahmut Şevket Paşa da bunu şöyle bildiriyor. “Ordugah ve kala’da asker hal-i teyakkuz ve intibah üzere bulundurmak için davul çalınır idi. Tablzen davul çaldıkları vakit ara sıra “Yektir Allah” deyü, bağırırlar ve davulu ol vezinde çalarlar idi” demektedir.

f. tabl-ı Derbent: 17 nci yüzyılda kervansaraylarda, hanlarda ve bekar odalarında ve şehir kapılarında yatsıdan sonra kapılar kapanacağından kimsenin içeri alınmaması veya dışarı çıkmaması için verilen işaret üzere çalınan davullardır. Bu yüzyılda Malatya’da bekar odalarında, Rumeli’de sınır kalelerinde, Tatvan’da, davul çalınıp kapılar örtüıürdü. (Süleyman Han (Kanuni) zamanında Zal Paşa Tatvan’da müfid ve muhtasar bir kal’a bina ettürüp derbent çalınır olmuştu.)

g. tabl-ı Lağım Bulma: Kale kuşatmalarında düşmanın, kale duvarlarını yıkmak için lağım kazıp kazmadığını anlamaya yarayan hassas davullara denir. Bunlar yere dikili iki ağaç üzerine oturtulur, ve üstüne çomağı bağlanır. Tokmak titrerse düşmanın kazma faaliyetinde bulunduğu anlaşılır ve derhal karşı tedbir alınırdI. Türkler bu usulü Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos kuşatmasında bulmuşlar ve uygulamışlardır.

Tarihin ilk çağlarından itibaren Asya’da Hunlar, Mezopotamya’da Sümerliler tarafından kullanıldığı anlaşılan davulları, Romalılar çarpıştıkları Hun ve Avarlar’da görmüşlerdi. Avrupa’ya geçerek tanıtılıp yerleşmesini sağlayan ise 16 ncı yüzyıl’da Osmanlı Türkleri olmuştur. Türk ordu bandosunun baş sazı olan davul Avrupa’da Turkishche Trommel veya Tambour des Turcs diye anılmaya başlamıştı. Osmanlı Mehterhanesinden örnek alınarak Avrupa’da kurulan takımlardan, sanat müziğine de geçmişti. GLUCK adındaki besteci, Mekke hacıları operasında (1764) davula yer vererek zille birlikte icra ettirmiştir. Yakındoğu ülkelerinde de davul, Türklerden kalma olduğunu ismi ile birlikte saklanmıştır. 1809′ da davula Mısır’da “tabl Tourky” (tabl-ı Turki) ve Libya’da “Soultanen Dourgui” (tabl-ı Sultan-i Türki) deniyordu. 1776′ dan 1854’e kadar geçen sürede viLLOTEAU, MOZiN, BoisTE başkaları tarafından davulların Türk menşei iyice belirtilmiştir. SPONTiNi, La Vestale (1807 ve Fernand CORTES (1809) operalarında kullandıktan sonra davula orkestrada da ye'” verildi. BEETHOVEN Savaş Senfonisi’ nde (1813) davula top gürültülerini temsil ettir BERLioZ Faust eserindeki Macar Marşında, RossiNi ile WAGNER de operalarında da kullanmışlardır.

NAKKARE:
Üzerine deri gerilmiş iki bakır kaseden oluşur. Önceleri yerde bağdaç kurularak çalınan nakkare y ürüyüş halinde bele bağlanarak çalınırdı.

Günümüzde ise göğüse dayalı olarak çalınmaktadır.Ana usulün , usül aralarını doldurur. Ezgiye canlılık katar.Mehterde atların nal seslerini ifade eder.Zahme adı verilen iki küçük bagetle çalınır.

TABILBAZ:
Büyükçe bir nakkareden ibarettir. Atın eğerine bağlanarak tura ( tokmak ) vurmak sureti ile çalınır. Günümüz mehterinde kullanılmamaktadır.

En yaygın olarak kullanıldığı dönem ilhanlı ve selçuklu dönemidir.

DEF: Esnaf mehterlerinin başlıca müzik aletidir.bir tarafı açık öbür tarafına deri gerili bir kasnaktan ibarettir.kasnakların üzerinde madeni pullar veya zincir vardır.

Def çalarken bu pullar veya zincirler birbirine vurarak ses çıkarır.Parmakla vurularak veya sallayarak çalınır. Çeşitli tartımlar elde edilebilir.

ZİL: Zil en eski Asya Türkçesinde, çeng, çang gibi adlar taşırdI. Zile, sanç ve zenç de denilirdi. Zil çalanlara zilci , zençci ve zilzen gibi adlar verilmiştir. Ziller, bakır ve kalay karışımında yapılır.
Zillerin kenarları tam birer daire şeklindedir. Sağ elde ve sol elde birer tane bulundurarak ikisinin birbirlerine vurulması suretiyle özel bir tını elde edilir. Zil çalgısı ilk olarak çeng adıyla, Kaşgarlı Mahmut’un 11 nci yüzyılda yazmış olduğu Divan-ı Lugat-it Türk’ de geçer. çeng ve çang olarak Osmanlı metinlerinde, 16 ncı yüzyıldan sonra sık sık rastlanır. Böylece Türk Müziği’nde 1000 yıla yakın olan geçmişi ortaya çıkmış oluyor.

Türk Ordusunun Avrupa’ya akınıarı sırasında mehterhaneden örnek almış olan Avrupalılar, 1740’da kendi çalgı takımlarında kullanarak zile yer vermişlerdi. Besteci GLUCK tarafından yazılan Mekke hacıları operasında zile, davulla birlikte yer verilmişti (1764). Daha önce Alman din bilgini F.A. LAMPE 1703 te yayınladığı 450 sayfalık bir kitapta çalgının eski zamanlardaki kullanılışını anlatmış, bu konuda sonradan derlediği bilgileri 1715’te ikinci bir kitapta yayınlamıştır. Yüzyıl kadar sonra BERLİOZ küçük çaplı zilleri Romeo ve Jüliet adlı eserinde kullanmıştır. Diğer bir adıyla Çampara denilen ve Avrupa adıyla da (Cymbales Turgues) adını taşıyan bu zillerin en iyisi bugün de Türkiye de yapılmakta ve dış ülkelere istanbul’dan ihraç edilmektedir.

ÇEVGEN

Bir metre uzunluğundaki değneğin uç kısmına geçirilmiş bir hilalin etrafına dizilmiş 8-10 çıngıraktan oluşur.Ritim tutmaya yarar.
Çevgen Mehterde okuyucuların kullandığı müzik aletidir.Osmanlı döneminde çevgenler Mehter içinde kullanılmaz , Yeniçeri ocağında habercilerin duyuru aracı olarak kullanılırdı.19. yy. Mehterinde Arif-i Paşa albümünde yer alan mehter gravüründe çevgen mehterin içine girmiş ,okuyucudan ziyade dualarda kullanılmış ve Mehterbaşı’nın davetinde rol almıştır.1911’den sonra çevgen okuyucuların mehter içinde marşlara söz ile eşlik edilmesinde aktif olarak kullanılmıştır. Yeniçeri ocağında toplantı esnasında kapıya asılan çevgen, odaya girilmeyeceğini ve içeride önemli bir karar alındığını belli eden bir unsur olarakta kullanılmıştır.

305 Comments

  1. BOŞVER 16 Nisan 2014
  2. senam elma 3 Mayıs 2012
  3. AhSeNn 16 Şubat 2012
  4. fatih sezer 25 Nisan 2012
  5. zehra 2 Mart 2012
  6. selena 13 Kasım 2011
  7. SON OSMALI 18 Nisan 2011
  8. gül 23 Kasım 2010
  9. Anonim 9 Ocak 2010
  10. Anonim 14 Şubat 2010
  11. Anonim 2 Mart 2010
  12. Anonim 21 Şubat 2010
  13. Anonim 9 Şubat 2010
  14. Anonim 10 Şubat 2010
  15. Anonim 18 Ocak 2010
  16. Anonim 22 Şubat 2010
  17. Anonim 9 Mart 2010
  18. Anonim 4 Mart 2010
  19. Anonim 9 Ocak 2010
  20. Anonim 6 Ocak 2010
  21. Anonim 11 Ocak 2010
  22. Anonim 18 Şubat 2010
  23. Anonim 12 Şubat 2010
  24. Anonim 9 Şubat 2010
  25. Anonim 20 Şubat 2010
  26. Anonim 23 Nisan 2010
  27. Anonim 28 Mart 2010
  28. Anonim 22 Mart 2010
  29. Anonim 10 Mart 2010
  30. Anonim 9 Mart 2010
  31. Anonim 5 Mart 2010
  32. Anonim 4 Mart 2010
  33. Anonim 4 Mart 2010
  34. Anonim 3 Mart 2010
  35. Anonim 28 Şubat 2010
  36. Anonim 27 Şubat 2010
  37. Anonim 26 Şubat 2010
  38. Anonim 24 Şubat 2010
  39. Anonim 24 Şubat 2010
  40. Anonim 24 Şubat 2010
  41. Anonim 24 Şubat 2010
  42. Anonim 23 Şubat 2010
  43. Anonim 23 Şubat 2010
  44. Anonim 22 Şubat 2010
  45. Anonim 12 Şubat 2010
  46. Anonim 15 Şubat 2010
  47. Anonim 11 Şubat 2010
  48. Anonim 10 Şubat 2010
  49. Anonim 15 Şubat 2010
  50. Anonim 19 Şubat 2010
  51. Anonim 13 Ocak 2010
  52. Anonim 8 Şubat 2010
  53. Anonim 19 Şubat 2010
  54. Anonim 19 Şubat 2010
  55. Anonim 18 Şubat 2010
  56. Anonim 17 Şubat 2010
  57. Anonim 15 Şubat 2010
  58. Anonim 15 Şubat 2010
  59. Anonim 15 Şubat 2010
  60. Anonim 15 Şubat 2010
  61. Anonim 15 Şubat 2010
  62. Anonim 14 Şubat 2010
  63. Anonim 14 Şubat 2010
  64. Anonim 14 Şubat 2010
  65. Anonim 13 Şubat 2010
  66. Anonim 11 Şubat 2010
  67. Anonim 11 Şubat 2010
  68. Anonim 10 Şubat 2010
  69. Anonim 10 Şubat 2010
  70. Anonim 10 Şubat 2010
  71. Anonim 10 Şubat 2010
  72. Anonim 10 Şubat 2010
  73. Anonim 9 Şubat 2010
  74. Anonim 9 Şubat 2010
  75. Anonim 9 Şubat 2010
  76. Anonim 9 Şubat 2010
  77. Anonim 9 Şubat 2010
  78. Anonim 9 Şubat 2010
  79. Anonim 8 Şubat 2010
  80. Anonim 8 Şubat 2010
  81. Anonim 8 Şubat 2010
  82. Anonim 8 Şubat 2010
  83. Anonim 8 Şubat 2010
  84. Anonim 8 Şubat 2010
  85. Anonim 8 Şubat 2010
  86. Anonim 8 Şubat 2010
  87. Anonim 6 Ocak 2010
  88. Anonim 18 Ocak 2010
  89. Anonim 18 Ocak 2010
  90. Anonim 12 Ocak 2010
  91. Anonim 12 Ocak 2010
  92. Anonim 6 Ocak 2010
  93. Anonim 28 Aralık 2009
  94. Anonim 13 Ocak 2010
  95. Anonim 13 Ocak 2010
  96. Anonim 8 Şubat 2010
  97. Anonim 8 Şubat 2010
  98. Anonim 8 Şubat 2010
  99. Anonim 8 Şubat 2010
  100. Anonim 7 Şubat 2010
  101. Anonim 6 Şubat 2010
  102. Anonim 3 Şubat 2010
  103. Anonim 13 Ocak 2010
  104. Anonim 13 Ocak 2010
  105. Anonim 14 Ocak 2010
  106. Anonim 16 Ocak 2010
  107. Anonim 17 Ocak 2010
  108. Anonim 17 Ocak 2010
  109. Anonim 17 Ocak 2010
  110. Anonim 18 Ocak 2010
  111. Anonim 19 Ocak 2010
  112. Anonim 19 Ocak 2010
  113. Anonim 7 Ocak 2010
  114. Anonim 8 Ocak 2010
  115. Anonim 9 Ocak 2010
  116. Anonim 11 Ocak 2010
  117. Anonim 11 Ocak 2010
  118. Anonim 5 Ocak 2010
  119. Anonim 17 Ocak 2010
  120. Anonim 11 Ocak 2010
  121. Anonim 18 Ocak 2010
  122. Anonim 4 Ocak 2010
  123. Anonim 19 Ocak 2010
  124. Anonim 19 Ocak 2010
  125. Anonim 19 Ocak 2010
  126. Anonim 19 Ocak 2010
  127. Anonim 19 Ocak 2010
  128. Anonim 19 Ocak 2010
  129. Anonim 18 Ocak 2010
  130. Anonim 18 Ocak 2010
  131. Anonim 18 Ocak 2010
  132. Anonim 18 Ocak 2010
  133. Anonim 18 Ocak 2010
  134. Anonim 18 Ocak 2010
  135. Anonim 18 Ocak 2010
  136. Anonim 18 Ocak 2010
  137. Anonim 18 Ocak 2010
  138. Anonim 17 Ocak 2010
  139. Anonim 17 Ocak 2010
  140. Anonim 17 Ocak 2010
  141. Anonim 17 Ocak 2010
  142. Anonim 17 Ocak 2010
  143. Anonim 16 Ocak 2010
  144. Anonim 13 Ocak 2010
  145. Anonim 13 Ocak 2010
  146. Anonim 13 Ocak 2010
  147. Anonim 13 Ocak 2010
  148. Anonim 12 Ocak 2010
  149. Anonim 12 Ocak 2010
  150. Anonim 12 Ocak 2010
  151. Anonim 11 Ocak 2010
  152. Anonim 11 Ocak 2010
  153. Anonim 11 Ocak 2010
  154. Anonim 11 Ocak 2010
  155. Anonim 10 Ocak 2010
  156. Anonim 9 Ocak 2010
  157. Anonim 8 Ocak 2010
  158. Anonim 7 Ocak 2010
  159. Anonim 7 Ocak 2010
  160. Anonim 7 Ocak 2010
  161. Anonim 7 Ocak 2010
  162. Anonim 6 Ocak 2010
  163. Anonim 5 Ocak 2010
  164. Anonim 5 Ocak 2010
  165. Anonim 26 Aralık 2009
  166. Anonim 28 Aralık 2009
  167. Anonim 28 Aralık 2009
  168. Anonim 31 Aralık 2009
  169. Anonim 4 Ocak 2010
  170. Anonim 4 Ocak 2010
  171. Anonim 5 Ocak 2010
  172. Anonim 5 Ocak 2010
  173. Anonim 5 Ocak 2010
  174. Anonim 4 Ocak 2010
  175. Anonim 4 Ocak 2010
  176. Anonim 4 Ocak 2010
  177. Anonim 2 Ocak 2010
  178. Anonim 30 Aralık 2009
  179. Anonim 30 Aralık 2009
  180. Anonim 29 Aralık 2009
  181. Anonim 29 Aralık 2009
  182. Anonim 29 Aralık 2009
  183. Anonim 27 Aralık 2009
  184. Anonim 27 Aralık 2009
  185. Anonim 26 Aralık 2009
  186. Anonim 24 Aralık 2009
  187. Anonim 24 Aralık 2009
  188. Anonim 24 Aralık 2009
  189. Anonim 9 Aralık 2009
  190. Anonim 23 Aralık 2009
  191. Anonim 23 Aralık 2009
  192. Anonim 22 Aralık 2009
  193. Anonim 21 Aralık 2009
  194. Anonim 15 Aralık 2009
  195. Anonim 7 Aralık 2009
  196. Anonim 6 Kasım 2009
  197. Anonim 8 Nisan 2009
  198. Anonim 30 Mart 2009
  199. Anonim 30 Mart 2009
  200. Anonim 15 Mart 2009
  201. Anonim 9 Mart 2009
  202. Anonim 8 Mart 2009
  203. Anonim 5 Mart 2009
  204. Anonim 1 Mart 2009
  205. Anonim 3 Mart 2009
  206. Anonim 3 Mart 2009
  207. Anonim 23 Şubat 2009
  208. Anonim 24 Şubat 2009
  209. Anonim 23 Şubat 2009
  210. Anonim 20 Şubat 2009
  211. Anonim 12 Şubat 2009
  212. Anonim 9 Şubat 2009
  213. Anonim 9 Şubat 2009
  214. Anonim 18 Şubat 2009
  215. Anonim 11 Şubat 2009
  216. Anonim 11 Şubat 2009
  217. Anonim 10 Şubat 2009
  218. Anonim 10 Şubat 2009
  219. Anonim 9 Şubat 2009
  220. Anonim 9 Şubat 2009
  221. Anonim 8 Şubat 2009
  222. Anonim 3 Şubat 2009
  223. Anonim 26 Ocak 2009
  224. Anonim 20 Ocak 2009
  225. Anonim 19 Ocak 2009
  226. Anonim 20 Ocak 2009
  227. Anonim 19 Ocak 2009
  228. Anonim 17 Ocak 2009
  229. Anonim 18 Ocak 2009
  230. Anonim 15 Ocak 2009
  231. Anonim 14 Ocak 2009
  232. Anonim 14 Ocak 2009
  233. Anonim 13 Ocak 2009
  234. Anonim 12 Ocak 2009
  235. Anonim 18 Ocak 2009
  236. Anonim 18 Ocak 2009
  237. Anonim 18 Ocak 2009
  238. Anonim 18 Ocak 2009
  239. Anonim 13 Ocak 2009
  240. Anonim 13 Ocak 2009
  241. Anonim 12 Ocak 2009
  242. Anonim 12 Ocak 2009
  243. Anonim 13 Ocak 2009
  244. Anonim 13 Ocak 2009
  245. Anonim 12 Ocak 2009
  246. Anonim 11 Ocak 2009
  247. Anonim 11 Ocak 2009
  248. Anonim 11 Ocak 2009
  249. Anonim 11 Ocak 2009
  250. Anonim 11 Ocak 2009
  251. Anonim 9 Ocak 2009
  252. Anonim 8 Ocak 2009
  253. Anonim 8 Ocak 2009
  254. Anonim 8 Ocak 2009
  255. Anonim 8 Ocak 2009
  256. Anonim 8 Ocak 2009
  257. Anonim 8 Ocak 2009
  258. Anonim 8 Ocak 2009
  259. Anonim 8 Ocak 2009
  260. Anonim 7 Ocak 2009
  261. Anonim 6 Ocak 2009
  262. Anonim 6 Ocak 2009
  263. Anonim 6 Ocak 2009
  264. Anonim 6 Ocak 2009
  265. Anonim 6 Ocak 2009
  266. Anonim 6 Ocak 2009
  267. Anonim 5 Ocak 2009
  268. Anonim 5 Ocak 2009
  269. Anonim 5 Ocak 2009
  270. Anonim 5 Ocak 2009
  271. Anonim 5 Ocak 2009
  272. Anonim 5 Ocak 2009
  273. Anonim 5 Ocak 2009
  274. Anonim 4 Ocak 2009
  275. Anonim 4 Ocak 2009
  276. Anonim 30 Aralık 2008
  277. Anonim 3 Ocak 2009
  278. Anonim 2 Ocak 2009
  279. Anonim 1 Ocak 2009
  280. Anonim 1 Ocak 2009
  281. Anonim 30 Aralık 2008
  282. Anonim 1 Ocak 2009
  283. Anonim 1 Ocak 2009
  284. Anonim 30 Aralık 2008
  285. Anonim 29 Aralık 2008
  286. Anonim 29 Aralık 2008
  287. Anonim 29 Aralık 2008
  288. Anonim 28 Aralık 2008
  289. Anonim 27 Aralık 2008
  290. Anonim 25 Aralık 2008
  291. Anonim 22 Aralık 2008
  292. Anonim 23 Aralık 2008
  293. Anonim 24 Aralık 2008
  294. Anonim 22 Aralık 2008
  295. Anonim 19 Aralık 2008
  296. Anonim 17 Aralık 2008
  297. Anonim 17 Aralık 2008
  298. Anonim 17 Aralık 2008
  299. Anonim 16 Aralık 2008
  300. Anonim 14 Aralık 2008
  301. Anonim 1 Aralık 2008
  302. Anonim 1 Aralık 2008
  303. Anonim 27 Kasım 2008
  304. Anonim 26 Kasım 2008
  305. Anonim 14 Mayıs 2008

Leave a Reply

%d blogcu bunu beğendi: